“Bir lider kolay yetişmiyor.”
“Lider olunmaz, doğulur.”
Gibi söylemlerle liderlerinizin ne kadar başarılı olduğunu ya da liderlik kumaşına sahip olmadığını zaman zaman belirleme girişiminde bulunuruz. Lider pozisyonunda olan bireyleriyse her şeyden önce bir insan olarak değerlendirmenin bir önceliği olmalı. Bu değerlendirme sürecinde de karşılaşılan zorluklar mutlaka göz önüne alınmalıdır.
Lider olmanın zorlukları kadar, bu rolü üstlenen kişilerin birbirleri arasındaki karakter farklılıkları da mercek altına alınması gereken bir konu. Bu farklılıklara neden olabilecek en büyük etmenlerse, söz konusu liderin doğduğu koşullar diyebiliriz; nasıl bir ülkeye, nasıl bir eve, nasıl fırsatlara ya da yokluklara maruz kaldı? Bu detayların incelemesi esnasında, bir liderin kendi ailesinde kaçıncı çocuk olduğunun veya tek çocuk olmasının, iş dünyasındaki liderlik becerilerine ne gibi avantajlar veya dezavantajlar sunduğunu düşündüğümüzde, ilginç gözlemler yapabiliriz.
Bireysel Psikolojinin kurucusu kabul edilen Alfred Adler’in Doğum Sırası Teorisi, bireylerin doğum sırasının, onların kişilikleri ve davranışları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu öne sürer. Bu bağlamda, bir liderin ailedeki doğum sırası, onun iş dünyasındaki performansını ve liderlik tarzını önemli ölçüde şekillendirebilir.
Teoriden esinlenerek incelemeye başladığımızda, kendi ailesinde ilk çocuk olan liderler genellikle sorumluluk bilinci yüksek bireyler olarak karşımıza çıkar. Küçük yaşlardan itibaren kardeşlerine rol model olma sorumluluğu, liderlik özelliklerinin erken yaşlarda gelişmesini sağlar. Bu kişiler, genellikle disiplinli, düzenli ve hedef odaklıdır. Ancak, bazen aşırı mükemmeliyetçi olma eğiliminde olabilirler ve takım içinde iş birliği konusunda zorlanabilirler. Her işi kendisi yapmadan ya da kontrol etmeden içi rahat edemeyenler gibi düşünebilirsiniz. Proje yöneticisi, finans müdürü ya da CEO gibi pozisyonlarda rol almaları olasıdır.
Ortanca çocuklar, genellikle arabulucu ve denge unsuru olarak büyüdüklerinden, ekip yönetiminde oldukça başarılı olabilirler. Kardeşleri arasında denge kurma çabaları, onların empati yeteneklerini ve müzakere becerilerini geliştirmiştir. Bu kişiler, esneklik ve uyum sağlama konularında da iyidirler. Ancak, bazen kendi fikirlerini ve sınırlarını belirleme konusunda zorluk yaşayabilirler, çünkü çocukluklarında sıklıkla “orta yolu bulma” görevini üstlenmişlerdir. İnsanlar arasındaki uyuma ve anlaşmaya yardımcı olabilecek yapılarından dolayı, insan kaynakları müdürü, müşteri ilişkileri yöneticileri ya da herhangi bir topluluğun yönetiminden sorumlu oldukları rollerde görülebilirler.
Ailenin en küçük çocuğu olan liderler ise genellikle yaratıcı ve yenilikçi bir bakış açısına sahiptirler. Küçük yaşlardan itibaren dikkat çekmek için farklı yollar geliştirmiş, kendilerini ifade etme konusunda ustalaşmışlardır. Bu özellikler, iş hayatında yenilikçi çözümler üretmelerini kolaylaştırır. Ancak, bazen sabırsız ve otoriteye karşı isyankar olabilirler, çünkü çocukluklarında daha az kural ve sınırlama ile büyümüşlerdir. Pazarlama yöneticisi, girişimci ya da reklam ve PR uzmanı olarak rol alabilirler.
Tek çocuk olan liderler ise bağımsızlık ve özgüven açısından oldukça güçlüdürler. Tek başına büyüdüklerinden dolayı kendi başlarına karar almayı ve sorun çözmeyi iyi bilirler. Ayrıca, genellikle yetişkinlerle daha fazla vakit geçirdikleri için olgun ve ciddi bir tavır sergilerler. Ancak, ekip çalışmasına alışkın olmadıkları için, iş birliği ve delegasyon konularında zorlanabilirler. Aynı zamanda, tek çocuk olmanın getirdiği yalnızlık hissi, bazen kararlarını tek başlarına almalarına ve ekiplerinden yeterince destek almamalarına neden olabilir. Yalnız başlarına yürüttükleri çalışmalardan daha keyif aldıkları için meslek hayatlarında Ar-Ge yöneticisi, yazılım geliştirici gibi görevlerde yer alabilirler.
Liderlik becerileri bireyin ailedeki doğum sırasına veya tek çocuk olmasına göre çeşitli avantajlar ve dezavantajlar içerebilir. Alfred Adler’in Doğum Sırası Teorisi’ni liderlere olan bakış açısına uyarladığımızda bu teorinin, liderlerin kişiliklerini ve davranışlarını şekillendiren önemli bir faktör olduğunu gözlemleyebiliriz. Bu teori ışığında oluşan farkındalık, liderlerin kendi güçlü ve zayıf yönlerini daha iyi anlamalarına ve bu doğrultuda kendilerini geliştirmelerine yardımcı olabilir. Aynı zamanda ekip arkadaşlarının açısından da, takım çalışması içerisinde kendisine eşlik eden liderine de bu bakış açısıyla yaklaşmak çalışma düzenini bir parça kolaylaştırabilir.
İş dünyasında, bu farklılıkları avantaja çevirmek ve her bireyin benzersiz yeteneklerini en iyi şekilde kullanmak, başarıya giden yolda önemli bir adım olacaktır. Adler’in teorisi, liderlerin kendilerini ve ekiplerini daha iyi tanımasına olanak tanıyarak, iş birliğini ve verimliliği artıracak stratejiler geliştirmelerine katkıda bulunabilir. Bu sayede, her bir liderin doğum sırasından kaynaklanan potansiyelini en üst düzeye çıkararak, daha etkili ve uyumlu çalışma ortamları yaratmak mümkün olacaktır.